Hakkında
Çadırın içine giren askerler: -İhtiyar kimsin sen, burada ne işin var? diye sorarlar. İhtiyar: -Gördüğünüz gibi bir ben-i Adem’im, adım Sultan Hıdır’dır. Sizin de gördüğünüz gibi bir toprak güvecim, bir seccadem, bir atım ve ona yedirmek için bir miktar da arpam var, der. Askerler: -Biz Sultan Alâeddin’in askerleriyiz. Sultanımız seninle görüşmek istiyor. Seni sultanımıza götürmeye geldik. Bizimle gelmek ister misin? Derler Bunun üzerine ihtiyar: – Buralara kadar zahmet edip gelen sultanınıza söyleyin, buyursun misafirim olsun. Fakirhanemize şeref versin, der. Askerler: -İyi ama fâkirhanenize şeref vermesini istediğiniz kişi koca bir sultan. Yanında bir hayli vezir, veziriazam ve kumandanları vardır. Bunları oturtabilecek bir yerin bile yok. Kaldı ki koca ordu, gelince ekmek ister, aş ister sizden. Bunları ağırlayabilir misin? Gördüğümüz kadarıyla bu mümkün değil. En iyisi biz, seni Sultan’ın huzuruna götürelim, derler. İhtiyar: -Tanrı misafiri umduğunu değil bulduğunu yer. Yüce Allah’ın izniyle mahcup olmayız. Buyursunlar gelsinler, diyerek Sultan’ı çadırına davet eder. Bunun üzerine geri dönen askerler, durumu Sultan Alâeddin Keykubad’a arz ederek, ihtiyarla aralarında geçen konuşmaları aynen Alâeddin Keykubad’a aktarırlar. Bu ihtiyarı merak eden Sultan, ertesi gün yanındaki erkânla birlikte ihtiyarı ziyarete gider. Çadıra gelir gelmez ihtiyar, nezaketle selâmladığı Sultan’ın altına seccadesini serer. Her gelen bu seccadeye oturduğu halde seccadenin bir kenarı boş kalır. Hayretler içinde kalan ve hayretini gizlemeyen Sultan Alâeddin, duruma bir açıklık getirmek ister ve seccadede oturan tüm vezir, kumandan ve askerlerini; Ayağa kalk komutuyla ayağa kaldırır. Herkes ayağa kalkar. Sultan bakar ki yerde küçücük bir seccade var. Sonra “Otur.” emrini verir. Bu komutla herkes oturur. Bakar ki yerde oturan kimse yok, herkes seccadenin üzerinde oturmuş. Hayretler içinde kalsa da sesini çıkarmamayı ve sonucu beklemeyi yeğler. Bir müddet sonra yaşlı adam, içerisinde bir miktar aşın bulunduğu topraktan yapılma güvecini Sultan Alâeddin’in önüne bırakır.
Önüne konan güvecin içindeki aşı gözden geçiren Sultan: -Baba erenler, bunu hangimiz yiyeceğiz? diye sorar. İhtiyar: -‘Sultanım Besmele ile yemeye başlayın. İnşallah hepinize yetecek kadar aş vardır.’ diye cevap verir. Sultan Alâeddin ve yanındakiler yemeği yemeye başlarlar. Küçük güvecin içerisindeki yemek bütün askerler tarafından yenir. Herkesin karnı doymasına rağmen küçük güvecin içerisindeki yemek bir türlü bitmek bilmez. Bu arada İhtiyar, çadırın ortasında bulunan direkte asılı olan dağarcık (tabaklanmış kuzu ya da oğlak derisi)’ın içinde bulunan arpadan atlara dağıtmaya başlar. Atların tamamına verildiği halde dağarcıktaki arpanın bir türlü eksilmediğine tanık olunur. Sultan Alâeddin, ermiş ve keramet sahibi olduğuna inandığı bu zat’a: -‘Sen, bir ihtiyar olarak burada yalnız başına zor yaşarsın. Ben, askerlerimin içerisinden akıllı, dürüst, itaatkâr birkaç asker vereceğim. Bunlar, ölünceye kadar senin emrinde ve hizmetinde olacaklar’ diyerek 3 asker ile birlikte bulunduğu bölgeyi de vakıf olarak kendisine bıraktıktan sonra vedalaşarak oradan ayrılır. Rivayet olunur ki Sultan Alâeddin tarafından bırakılan Resul, Munzur ve Delil adlı üç asker, yaşı bir hayli ilerlemiş Sultan Hıdır’ın ölümüne değin ona hürmet ve itaatte kusur etmezler. Günün birinde vadesi yeten Sultan Hıdır ölür. Öldüğünde eski adı Zeve olan Dorutay köyünün güneyinde ve alt yanında Fakirlik adıyla anılan mevkiye defnedilir. Rivayet odur ki; Sultan Hıdır’ın defnedildiği bu yer, köylülerce temiz tutulmadığı gibi gübreler döküldüğü ve hayvanların yatak yeri olarak kullanıldığı için bir süre sonra bir Cuma gecesinin sabahında bir bakarlar ki oradaki mezar, eski adı Zeve olan günümüzdeki Dorutay köyünün orta yerinde bulunan yüksekçe bir tepenin üzerindeki ulu bir ağacın altını mekân olarak seçmiştir. Bir süre sonra Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubad tarafından günümüzde hâlâ ayakta bulunan türbesi inşa edilmiştir.
AZ YİYECEKLE ÇOK KİŞİYİ DOYURMAK YA DA ……..YİYECEKLERİN HİÇ TÜKENMEMESİ …….Yöre Aleviliği içerisinde varlığı tespit edilen bir diğer menkıbevi ögeyi de az yiyecekle çok kişiyi doyurma ya da var olan yiyeceklerin hiç tükenmemesi konulu inanç oluşturur. Sultan Hıdır’a (Üryan Hıdır-Hızır) atfedilen bir menkıbenin, bu yönde bir anlatıya sahip olduğu bilinmektedir. Hikâyeye göre, kendisini ziyarete gelen Sultan Alaeddin ve beraberindeki askerleri ağırlayan Sultan Hıdır, onları hiç eksilmeyen bir güveç dolusu yemekle ağırladığı gibi, atları için verdiği arpanın da hiç tükenmediği anlatılmaktadır. Benzer muhtevaya sahip hikâyeler #Kalmem_Sır #Seyyid_Kalmem, #Seyyid_Gabani ve #Şıh_Hüsamettin_Asel’i için de anlatılmaktadır